Merhaba,
Sizlere İstanbul
kaçamağımdan bahsetmek istiyorum. Nerede kaldım nereleri gezdim ve tabi ki
birkaç mekan tavsiyesiyle dolu bir yazı olacak. Öncelikle yüksek hızlı trenle
İstanbul’a ulaşımımı sağladım biraz bundan bahsetmek istiyorum. Yaklaşık 1 yıldır tüm gidiş gelişlerimde
YHT’ni kullanıyorum. Sadece 4 saatte Ankara’dan İstanbul’a ulaşabiliyorum.
Pendik’te bırakıyor tren ve oradan da Kadıköy’e, Üsküdar’a, Kartal’a ve hatta
Mecidiyeköy’e otobüs bulabiliyorsunuz. Konforlu ve hızlı bir ulaşım sağlıyor.
Kalkış ve varış saatleri de belli olduğu için kolaylık sağlıyor.
Birinci gün:
Pendik’e
ulaşttıktan sonra hemen Kadıköy otobüsüne atlayıp otelime “Hush Hostel Lounge”
a doğru yola koyuldum. Otobüsten indikten sonra yani rıhtımın oradan yalnızca
10 dakika yürüme mesafesiyle sıcacık otelime varıyorum. Önceden yaklaşık 5 kez
konakladığım 3 yıldır favorim olan bu oteli gerçekten çok seviyorum. Hush
Hostel’in bir de Moda’da şubesi var oradan da bahsediyor olacağım.
Hush Hostel Lounge, Poyraz Karayel dizisinde Poyraz’ın
evinin tam karşısında ve aynı zamanda otelin diğer binası da tam yanında.
Burada konaklarken Moda’daki şubesinin terasını ve barını da
kullanabiliyorsunuz. Terasının manzarası ve ortamı çok keyifli, akşamları ise
canlı sahne performansları mevcuttur. En güzeli de Hush Hostel Moda’dan çıkınca
köşede karşınıza Pizza2Go çıkıyor. Buranın Amerika usulü pizzalarına
bayılıyorum. Hem dilim hem de bütün olarak alabiliyorsunuz. Üstelik dilimi
yalnızca 3,5 TL.
Hush Hostel Moda'nın terası
Hush Hostel Lounge
İkinci Gün:
Kadıköyden
vapurla Karaköy’e geçtikten sonra istikamet geçen gelişimde kapalı olan
“İstikamet Karaköy” oldu. Kapının önündeki şirin masaları ve yeşil
minderleriyle beni cezbetti. Sabah kahvemi burada içmeye karar verdim ve latte
şipariş ettim. İstikamet’in sıcak ve samimi ortamından memnun ayrıldıktan sonra
Galata Kulesi’ne doğru yürüyüş başladı. Ve tüm heybeti ve ihtişamıyla binaların
arasından göründü. Her gelişimde önünde fotoğraf çekmesem olmaz.
Sonra Pera
tarafından yürümeye devam edip İstiklal Caddesine ulaştım. Aklımda Jadore
Chocolatier vardı. Oh la la Beatrice i yemeden Ankara’ya dönmek istemiyordum.
Emir Nevruz Sokak’ta bulunan Jadore Chocolatier çok küçük bir mekan ve çikolata
kokusu hemen etrafınızı sarmaya başlıyor.
"Oh la la Beatrice"
Günün sonunda
Mutfak Sanatları Akademisi’ne gitme planı olduğu için Taksim Meydan’a
ulaştıktan sonra metroya atladım ve İTÜ Ayazağa durağında inip Baby Giiz
Plaza’ya ulaştım. MSA ile ilgili bilgiler aldıktan sonraki durağım Üsküdar
oldu. Taksim Meydanında Oh la la Beatrice’ten sonra yiyecek yerim kalmadığı
için almadığım ıslak hamburgere vapur iskelesinin oradaki büfelerde kavuştum.
İskelenin karşısındaki otobüs duraklarından Küçüksu istikametinde otobüse binip Sabancı Öğretmenevi’nin orada indim. Fakat karşılaştığım manzaranın yanında mekanın bakımsızlığı, boşluğu beni gerçekten şaşırttı. Akşam yemeği olarak kızarmış mantıyı tercih ettim. Sunumundan çok lezzeti ön plandaydı.
Kısaca ikinci gün
kombinimden bahsedecek olursam gri düz bir eteğim vardı onu siyah boğazlı bir
kazakla tamamlamayı tercih ettim. Yine gri tonlarında bir çorap giydim ayakkabı
tercihim ise hem rahat hem de kullanışlı olan slipperdan yana oldu.
Etek: Tommy
Hilfiger
Çorap: Penti
Kazak: Zara
Ayakkabı: Zara
Mont: Mango
Üçüncü gün:
Pazar kahvaltısı…
Pazar sabahı
otelde yediğim kahvaltı yetmemiş gibi Çengelköye doğru yola çıktım ve burada
sahilde bulunan ve manzarası harika olan Tarihi Çınaraltı Çay Bahçesinde hemen
deniz kenarı bir yer kaptım. Buranın sistemi biraz farklı dışarıdan yiyecek
götürebiliyorsunuz içecekleri ise dışarıdan getiremiyor ve oradan temin
ediyorsunuz. Bu çay bahçesi adeta
Çengelköy Börekçisinin oturma yeri olmuş durumda hemen çay bahçesine doğru
giden dar geçişin başında bulunan bu yerden herkes böreğini kapıyor ve çay
bahçesinde muhteşem boğaz manzarası eşliğinde çayıyla kahvaltısını tamamlıyor.
Ben de aynı şekilde kıymalı ve peynirli böreğimi aldım ve yanında menemen bir
de duble çay isteyip manzarayla bir güzel aşk yaşadım.
Çengelköy’e
gelmişken çok merak ettiğim bir mekan olan Hurma Cafe’ye elbette ki gidecektim.
Burası her marka gazozlarıyla meşhur bir yer ve tasarımı da gerçekten farklı.
Her köşesinde farklı bir konsept bulabileceğiniz hatta tabiri caizse ellerine
her geçeni koydukları ve koydukları her şeyinde göze hitap edecek şekilde
bütünleştiği bir mekan. Ankara ve Zafer gazozlarını tadına bakma fırsatı
buldum. İkisi de meyveli gazoz ama aramızda kalsın Ankara’yı pek sevdim.
Dördüncü gün:
Bir arkadaşıma
sınav sonrası yaptığım bir ziyaretten sonra soluğu Kadıköy’de aldım. Canım çok
kahve çekmişti ve hemen Foursquare’den mekan keşfine çıktım. Önce Kadıköy
sahilde biraz yürürken uygulamada “Cofy Tea” adlı bir mekana denk geldim. Latte
aşkıyla yanıp tutuşurken hemencecik buldum burayı. Çok sıcak bir ortamı vardı
ve bence bir mekanda en önemli olan çalışanların samimiyeti burada bunu
hissetmek çok uzun sürmedi. Müşteri memnuniyeti nedir, nasıl sağlanır
biliyorlar. Bununla beraber fiyatları da çok uygun.
Beşinci gün:
Dönüş günü olduğu
için sabah uyandığımda bunun üzüntüsü enerjime baya yansımıştı. Kadıköy Sahile
geldiğimde İstanbul simidi alıp kahvaltımı yaptım ve tabi ki Haydarpaşa ile
selfie çekmeden gara gideceğim otobüse binmedim.
Yine dolu dolu
geçirdiğim bir İstanbul gezisi beşinci günle son bulmuştu. En kısa zamanda
tekrar görüşmek dileğiyle İstanbul!
Umarım sizler de
heyecanıma ortak olabilmiş ve birkaç mekan fikri edinmişsinizdir.
Kendinize iyi bakın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder